Arda
New member
“Su Uyur, Düşman Uyumaz” – Gerçekten Ne Anlatılmak İsteniyor?
Merhaba forumdaşlar,
Bugün sizlerle çok eski, çok bilinen bir atasözünü konuşmak istiyorum: “Su uyur, düşman uyumaz.” Hepimizin kulak aşinalığı olan bir ifade, değil mi? Ama bir an durun ve gerçekten düşünün… Bu söz bize ne anlatıyor? Kimisi bunun sadece basit bir uyarı, bir dikkat çekme olduğunu söylese de, ben bu atasözüne başka bir açıdan bakmak istiyorum. Bir anlamı var, derin bir mesajı var... ve hayatımızda her gün karşılaştığımız gerçekleri yansıtıyor.
Hikâyemi sizinle paylaşmak istiyorum. Hikâyemde yer alan karakterlerin de bu konu üzerine farklı bakış açıları var. Birinin çözüm odaklı, stratejik yaklaşımı var; diğerinin ise empatik, ilişkisel bir yaklaşımı… Bakalım hanginiz hangi karaktere daha yakın hissedecek?
Hikâyenin Başlangıcı: Bir Dostluk, Bir Sorun
Bir zamanlar, iki yakın arkadaş, Ali ve Zeynep vardı. Ali, yıllardır iş dünyasında deneyim kazanmış, çözüm odaklı bir adamdı. Her zaman pratikti, her şeyin bir çözümü olduğuna inanıyordu. Zeynep ise, her zaman başkalarını anlamaya çalışan, empati gücü yüksek bir kadındı. İlişkilerdeki ince nüansları fark eder ve hisleriyle hareket ederdi. Bir gün, iş dünyasında karmaşık bir durumla karşı karşıya kaldılar.
Ali'nin şirketi büyük bir finansal krizle karşı karşıya kalmıştı. Borçlar birikmiş, gelirler azalmıştı. Çalışanlar mutsuzdu, işler kötüye gidiyordu. Ali, çözümü hemen bulmuştu: “Bu durumdan çıkmak için kesinlikle agresif bir strateji izlemeliyiz. Kesintiler, personel değişiklikleri, radikal kararlar! Yavaş yavaş batıyoruz ve buna son vermek için hemen aksiyon almalıyız.”
Zeynep ise daha farklı bir bakış açısına sahipti. “Ali, ne kadar sert ve keskin kararlar alırsan al, bir şekilde çözüm bulursun ama ya insanları unutursak? Onların moralini, güvenini kaybedersek?” dedi Zeynep, “İnsanlar hep ilk kaybı, en büyük darbeyi alırlar. Ama bir arkadaş ya da dost yanında olduğunda, tekrar ayakta durmak mümkün olur. Çalışanlar sadece işlerini yapmıyorlar, onlar seninle aynı kaderi paylaşıyorlar, seninle aynı hedefe gidiyorlar. Onlara da değer vermelisin.”
Düşman Uyur mu?
Ali, Zeynep’in söylediklerini düşündü ama kalbinin derinliklerinde her zaman olduğu gibi, daha net ve sert bir çözüm yolunu tercih etti. "Zeynep, bu bir savaş. Ve düşman uyumaz. Hedefimiz, bu tehlikeden sağ çıkmaksa, her adımımızı dikkatli ve stratejik atmalıyız. Bu dünyada kimse sana değerini bir başkası vermez. Eğer güçlü bir duruş sergilemezsen, seni ezip geçerler."
Zeynep bir süre sessiz kaldı, Ali'nin düşüncelerini anlıyordu ama içindeki vicdan ona başka bir şey söylüyordu. "Ali, belki de doğru söylüyorsun, ama bu sadece düşmanla değil, bazen en yakınlarımızla da savaş demek. Herkesin mücadelesinde kaybedecek bir parçası vardır, bunu unutma," dedi.
Ali'nin gözleri bir an boşluğa daldı. Belki de Zeynep'in söyledikleri doğruydu, ama onun için hayatta her şey bir çözümle, mantıkla ilerliyordu. Zeynep ise her zaman insana ve ilişkiye değer vermekten yanaydı. Ali, düşmanlarının her an onu sabırsızlıkla beklediğini düşünerek hareket etmeye alışmıştı. Ama Zeynep, her insanın içindeki güveni ve anlayışı bulmayı tercih ediyordu.
Bir Karar Anı: Su Uyur, Düşman Uyumaz?
Bir akşam, Ali’nin şirketi önemli bir yatırımcıyla görüşme yaptı. İşler git gide kötüleşiyor, yatırımcılar kapılarını iyice kapatıyordu. Ali, her zamanki gibi pratik bir yaklaşım sergiledi ve kolları sıvadı: yeni bir pazarlama stratejisi, agresif bir reklam kampanyası, büyük bir finansal darbe... Ancak Zeynep, bu kez ona katılmadı.
Zeynep, biraz sabırlı olmanın ve insanları dinlemenin daha doğru bir yol olacağına inanıyordu. "Ali, bazen düşman uyanmasa da biz uyanmalıyız. Düşman her zaman dışarıda değildir, bazen içimizde de büyür," diyerek, her şeyin insan ilişkileriyle çözülebileceğini hatırlatmaya çalıştı. "Yalnızca agresif bir strateji seni bir adım daha ileriye götürebilir, ama insanları ve içsel güveni kaybedersen, kaybetmiş olursun."
Sonuç: Su Uyur, Düşman Uyumasın!
İki arkadaş, sonunda doğru yolu bulmuşlardı. Ali, çözüm odaklı düşünmenin önemini kabul etmişti ama Zeynep’in de doğru söylediğini fark etti: Hayatta insanları kaybetmeden, onlara değer vererek, empati yaparak ilerlemek çok daha güçlü bir stratejiydi.
Ve belki de bu hikâye, "Su uyur, düşman uyumaz" atasözünün tam da anlattığı şeyi vurguluyordu. Düşman dışarıda olabilir ama insanın içindeki düşman, yani korkular, güvensizlikler, kaygılar da uyumaz. Düşman sadece dışarıda değil, bazen bizdeki bir zayıflıkta, bir eksiklikte de gizli olabilir. İçsel düşman, biz uyurken bile bekler ve saldırır.
Bütün mesele, dışarıdaki düşmana karşı ne kadar savaşmak gerektiği değil; içsel düşmanı tanıyıp ona karşı nasıl strateji geliştirebileceğimizdir.
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz? Hangisi daha doğru bir yaklaşım? Çözüm odaklı mı olmalı, yoksa empatik ve ilişkisel mi? Yorumlarınızı paylaşın, hikâyeme nasıl bağlandığınızı duymak isterim.
Merhaba forumdaşlar,
Bugün sizlerle çok eski, çok bilinen bir atasözünü konuşmak istiyorum: “Su uyur, düşman uyumaz.” Hepimizin kulak aşinalığı olan bir ifade, değil mi? Ama bir an durun ve gerçekten düşünün… Bu söz bize ne anlatıyor? Kimisi bunun sadece basit bir uyarı, bir dikkat çekme olduğunu söylese de, ben bu atasözüne başka bir açıdan bakmak istiyorum. Bir anlamı var, derin bir mesajı var... ve hayatımızda her gün karşılaştığımız gerçekleri yansıtıyor.
Hikâyemi sizinle paylaşmak istiyorum. Hikâyemde yer alan karakterlerin de bu konu üzerine farklı bakış açıları var. Birinin çözüm odaklı, stratejik yaklaşımı var; diğerinin ise empatik, ilişkisel bir yaklaşımı… Bakalım hanginiz hangi karaktere daha yakın hissedecek?
Hikâyenin Başlangıcı: Bir Dostluk, Bir Sorun
Bir zamanlar, iki yakın arkadaş, Ali ve Zeynep vardı. Ali, yıllardır iş dünyasında deneyim kazanmış, çözüm odaklı bir adamdı. Her zaman pratikti, her şeyin bir çözümü olduğuna inanıyordu. Zeynep ise, her zaman başkalarını anlamaya çalışan, empati gücü yüksek bir kadındı. İlişkilerdeki ince nüansları fark eder ve hisleriyle hareket ederdi. Bir gün, iş dünyasında karmaşık bir durumla karşı karşıya kaldılar.
Ali'nin şirketi büyük bir finansal krizle karşı karşıya kalmıştı. Borçlar birikmiş, gelirler azalmıştı. Çalışanlar mutsuzdu, işler kötüye gidiyordu. Ali, çözümü hemen bulmuştu: “Bu durumdan çıkmak için kesinlikle agresif bir strateji izlemeliyiz. Kesintiler, personel değişiklikleri, radikal kararlar! Yavaş yavaş batıyoruz ve buna son vermek için hemen aksiyon almalıyız.”
Zeynep ise daha farklı bir bakış açısına sahipti. “Ali, ne kadar sert ve keskin kararlar alırsan al, bir şekilde çözüm bulursun ama ya insanları unutursak? Onların moralini, güvenini kaybedersek?” dedi Zeynep, “İnsanlar hep ilk kaybı, en büyük darbeyi alırlar. Ama bir arkadaş ya da dost yanında olduğunda, tekrar ayakta durmak mümkün olur. Çalışanlar sadece işlerini yapmıyorlar, onlar seninle aynı kaderi paylaşıyorlar, seninle aynı hedefe gidiyorlar. Onlara da değer vermelisin.”
Düşman Uyur mu?
Ali, Zeynep’in söylediklerini düşündü ama kalbinin derinliklerinde her zaman olduğu gibi, daha net ve sert bir çözüm yolunu tercih etti. "Zeynep, bu bir savaş. Ve düşman uyumaz. Hedefimiz, bu tehlikeden sağ çıkmaksa, her adımımızı dikkatli ve stratejik atmalıyız. Bu dünyada kimse sana değerini bir başkası vermez. Eğer güçlü bir duruş sergilemezsen, seni ezip geçerler."
Zeynep bir süre sessiz kaldı, Ali'nin düşüncelerini anlıyordu ama içindeki vicdan ona başka bir şey söylüyordu. "Ali, belki de doğru söylüyorsun, ama bu sadece düşmanla değil, bazen en yakınlarımızla da savaş demek. Herkesin mücadelesinde kaybedecek bir parçası vardır, bunu unutma," dedi.
Ali'nin gözleri bir an boşluğa daldı. Belki de Zeynep'in söyledikleri doğruydu, ama onun için hayatta her şey bir çözümle, mantıkla ilerliyordu. Zeynep ise her zaman insana ve ilişkiye değer vermekten yanaydı. Ali, düşmanlarının her an onu sabırsızlıkla beklediğini düşünerek hareket etmeye alışmıştı. Ama Zeynep, her insanın içindeki güveni ve anlayışı bulmayı tercih ediyordu.
Bir Karar Anı: Su Uyur, Düşman Uyumaz?
Bir akşam, Ali’nin şirketi önemli bir yatırımcıyla görüşme yaptı. İşler git gide kötüleşiyor, yatırımcılar kapılarını iyice kapatıyordu. Ali, her zamanki gibi pratik bir yaklaşım sergiledi ve kolları sıvadı: yeni bir pazarlama stratejisi, agresif bir reklam kampanyası, büyük bir finansal darbe... Ancak Zeynep, bu kez ona katılmadı.
Zeynep, biraz sabırlı olmanın ve insanları dinlemenin daha doğru bir yol olacağına inanıyordu. "Ali, bazen düşman uyanmasa da biz uyanmalıyız. Düşman her zaman dışarıda değildir, bazen içimizde de büyür," diyerek, her şeyin insan ilişkileriyle çözülebileceğini hatırlatmaya çalıştı. "Yalnızca agresif bir strateji seni bir adım daha ileriye götürebilir, ama insanları ve içsel güveni kaybedersen, kaybetmiş olursun."
Sonuç: Su Uyur, Düşman Uyumasın!
İki arkadaş, sonunda doğru yolu bulmuşlardı. Ali, çözüm odaklı düşünmenin önemini kabul etmişti ama Zeynep’in de doğru söylediğini fark etti: Hayatta insanları kaybetmeden, onlara değer vererek, empati yaparak ilerlemek çok daha güçlü bir stratejiydi.
Ve belki de bu hikâye, "Su uyur, düşman uyumaz" atasözünün tam da anlattığı şeyi vurguluyordu. Düşman dışarıda olabilir ama insanın içindeki düşman, yani korkular, güvensizlikler, kaygılar da uyumaz. Düşman sadece dışarıda değil, bazen bizdeki bir zayıflıkta, bir eksiklikte de gizli olabilir. İçsel düşman, biz uyurken bile bekler ve saldırır.
Bütün mesele, dışarıdaki düşmana karşı ne kadar savaşmak gerektiği değil; içsel düşmanı tanıyıp ona karşı nasıl strateji geliştirebileceğimizdir.
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz? Hangisi daha doğru bir yaklaşım? Çözüm odaklı mı olmalı, yoksa empatik ve ilişkisel mi? Yorumlarınızı paylaşın, hikâyeme nasıl bağlandığınızı duymak isterim.